13 Ekim 2015 Salı

Niloya Pastası

Çok karışık ve üzücü bir süreç yaşamakta ülkemiz. Endişeler tüm temiz kalplerde hep aynı, yarınları ne olacak masum çocuklarımızın. Dünyadan ve kötülüklerinden bir haber ; tek istekleri biraz daha şekerleme, daha uzun süre oyun zamanları, daha büyük dondurma topları, rengarenk balonlar ve oyuncaklar olan günahsız melekler ne anlasın terörden, silahtan savaştan. Anlatılmaya çalışılsa bile nice yetişkinlerin mantığını, bakış açısını ezip geçebilecek basit, gerçek, doğru sorular ile aslında hayatın ne olduğunu, insaniyeti sorgulattırabilirler.
 Bence insan olmanın , empati yapabilmenin , hep birlikte mutlu yaşayabilmenin anahtarı çocuklardadır. Koyu karanlık okyanus kenarlarındaki fener gibidirler onlar. Aslında işte tam da bu yüzden , insan içindeki çocuğu asla öldürmemelidir. Kaç yaşına gelirse gelsin pamuk şeker görmek yine yüzünü güldürebilmelidir, griler siyahlar değil rengarenk seçebilmelidir kıyafetlerini, ne derler diye umursamadan kahkaha atabilmelidir. Elindekileri paylaşınca daha mutlu olunduğunu; çocukken pastanın arta kalan kremasını kaptan kardeşleri ile parmaklarıyla sıyırmaya çalışırkenki mutlu anlarını anımsayıp aklında bulundurmalıdır. 
Çok üzülüyorum , ama çok da içine dalamıyorum dahil olamıyorum yaşanılanların. Duygusal olan halim , empatimi güçlü kılan hayal gücüm ne zaman ki 1 yerine 2 can taşımaya başladımsa daha bir artış gösterdi. En basit bir reklam, bir dizideki , filmdeki replik dahi saatlerce ağlatabilir oldu beni. Haberlerde gördüklerim ve duyduklarımda halimi tahmin dahi edemezsiniz.. Bu nedenle uzak duruyorum televizyondan , mecburen soyutluyorum kendimi. Tek diyebileceğim; nefes alabildiğimiz cennet köşesi topraklarımızdan kopmamak için, gülüşleri melekleri sevindiren çocuklarımızın geleceği için, daha fazla anne ağlatmamak için en önemlisi de insan olabilmek için lütfen tüm bu kötülüklere, şeytani düşmanlık tohumlarına yüreklerinizde yer vermeyin. 


Geçtiğimiz pazar, 11 Ekim biricik yiğenim Ela 'nın doğum günüydü. Annesi benden pastasını yapmamı rica ettiğinde hemen kabul ettim :) Birinci yaş gününde de yapmıştım merak edenler buradan o kutlamanın hazırlık detaylarına ulaşabilirler. 
Ela'cığım ilk pastasını her ne kadar anımsayamayacak olsa da bu defa biraz daha hatırında kalacaktır. Benim için en önemli olan şey , pastayı gördüğü andaki mutluluğuydu. 
Her çocuk gibi o da çok seviyor çizgi filmleri, ancak izlemesine izin verdiklerimizi ve izleme süresini kısıtlı tutmaktayız. Doğru olanın da bu olduğu düşüncesindeyiz. Ne yazık ki her çizgi film , sırf çizgi film olduğu için her çocukça izlenebilinecek doğrulukta değil. Canavarlar, cadılar, silahlar, savaşan düşmanlar, arkadaşına kötülük yapan karakterler, ebeveynlerine karşı gelen çocukların yer aldığı çizgi filmler ne kadar hasar bırakıyor aslında o tazecik beyinlerde. İşte Ela'nın da anne ve babası tarafından onaylanıp, izlemesine izin verilen bir çizgi film karakteri olan Niloya da 4. yaş doğum günü kutlamasında konumuz oldu, tabi Ela 'nın tercihi ile.
Pastayı gördüğü anda tam dili dönmese de " liloya liloya " diye sevinmesi en güzel hediyeydi. Masa başına geçip;  pastaya , Niloya' ya hayran bakıp , narince dokunması, tebessümü ve fotoğrafta da görebileceğiniz yamuk dizimli mumları heyecan ile yerleştirmesi... Nice uzun, mutlu, huzurlu, sevgi dolu yılların olsun halacığım inşallah. 


Pasta yapmayı blogumu okuyanlar, fotoğraf çekmeyi de instagram hesabımı takip edenler çok sevdiğimi bilir. Eğer şeker humurlu Niloya pastası yapmayı düşüneniniz olursa ve benim gibi benzemesi konusunda titiz iseniz kesinlikle biraz zorlanmaya hazırlanın. Çünkü Niloya karakteri ; başı gövdesine göre oldukça büyük çizilmiş bir özellikte. Bu durumu şeker hamuruna aktarınca dengede durması hayli zor olan bir model çıkıyor. Nette bir çok Niloya pastası gördüm, ancak ben onlar gibi yalnızca elbisesi benzeyen bir bebek yapıp Niloya diyerek kandıramazdım kuzucuğumu. Maşallah  yanlış , eksik ne ise dürüstçe söylemekte. Öyle olmasa dahi dediğim gibi ben çok titizim bu konuda. Misal, eşimin doğum gününde sürpriz olmasını istediğim için ben yapamadım pastasını, sonuçta ya yaparken ya da buzdolabında muhafaza ederken evde görebilirdi. O nedenle bir pastaneye , ki Adana 'nın en iyilerinden biridir, sipariş vermiştim. 10 kişilik bir pasta ( oldukça küçük) ve üzerinde araba demeye bin şahit ister bir cisim ve ödediğim ücret aklıma geldikçe sinirleniyorum. Sebep şu ; koskoca bir şehirde isim duyurmuş bir kurumsunuz, içinizde bir çok ustanız yardımcıları ile çalışmakta, elinizin altında her türlü imkan ve alet mevcut , alınan ücret de "hiç az değil" bunlara rağmen gönderilen sonuç hüsrandı.


Bana da pasta isteği geliyor , yalnızca malzeme masraflarını söylediğimde dahi garip karşılanıyor. Bir gün sırf bu garip tepkiler için kullandığım malzeme fotoğraflarını buraya yükleyeceğim. Kullandığım vanilya, kabartma tozu vs türü ürünler Dr.Oetker, sıvı krema ithal , fıstıklar bütün ve bol şekilde. Hepsinden önemlisi istenilen karakterlerin benzetilmeye çalışılmasındaki el emeğim, zamanım hiçe sayılmak istendiğinde öfkeleniyorum. Pastaneler ile bir tutulmaya çalışmak da cabası. Butik pasta ; bireyin evinde hazırladığı emek verdiği ürünlerdir. Pastanedekiler gibi topluca pişirilen keklerden oluşturulmaz, sizin isteğiniz doğrultusunda size özel , bir adet hazırlanır. 


Her neyse fazla gerginleşmeye gerek yok, sakin kalmalıyım :) Yine de çoğu konuda olduğu gibi ne yazık ki bizim insanlarımız işin içine girmedikçe el emeği nedir , değeri ne kadardır hiç bilmiyor saygı göstermiyor bunu da söylemeden geçemeyeceğim.


Ela kuzucğumun pastasının yapımında bazı aşamaları fotoğrafladım, onlara da yer vermek istiyorum.


Kekin katlandırılması aşaması. 


İç harcın yayılıp ara malzemelerin ilave edilmesi aşaması.


Katların birleştirilip pastanın temel gövdesinin oluşturulması. Şimdi " Ayy boşluklar var " diyebilecek pasta yapımı ile alakası olmayan fesat kişiler için de şu açıklamayı yapayım. Aradaki krema pasta üzerine ağırlık binip yerleştiğinde kenarlardan çıkmaya başlar. Ayrıca pastanın kenar sıvamasında bu boşluklar da ekstradan krema ile dolar. Zaten pasta diliminin yer aldığı fotoğrafa bakınca hiç bir boşluk olmadığını , kalmadığını görebilirsiniz. 
Yazımın başında da belirttiğim gibi, kalbinizin temiz ve iyi düşüncelerle dolması dileklerimle mutlu haftalar.

13 Ağustos 2015 Perşembe

Geri Dönüş


Merhaba , merhaba , merhabaaaaa  =)  Ne de çok özlemişim blogumu, bloglarınızı okumayı. Telefondan bağlanıp okumalardan, blogcuları instagramdan takip etmelerden, o küçük mobil ekrandan yakalayamadım bir türlü bilgisayar ekranındaki akıcı blog ortamını. Teknoloji , eski hayatlarımızdan çok şeyler alıp götürdü evet, ancak internetin, sanal ortamın cep telefonlarında oldukça yaygınlaşması bence en çok blogları olumsuz etkiledi. Fazla değil 1 yıl öncesinde  hangi blog ne yazmış, kim neler anlatmış, hangi konuya değinilmiş nasıl da takip ederdik bilgisayar ekranlarımızda. Çok daha fazla emek vardı, çek fotoğrafı altına yaz iki satırı değildi. Tecrübeler , fikirler, tavsiyeler, deneyimler daha uzun cümleler açıklamalar ile daha aydınlatıcı şekilde ve bence daha uzun süre tüketime müsait olarak yer alıyordu blog sayfalarında. Şimdi minik ekranlardaki kısıtlı fotoğraf boyutları ile çabucak kaybolan bilgiler veriliyor. Ne yazık ki blog yazan birisi olarak günü, gündemi, hayatın akışını takip edip, ayak uydurabilmek adına ben de yer aldım instagramda. Ancak paylaştığım fotoğraflar ; fotoğraf aşkı ile çekip yayınladıklarımdan ibaret. Ne özel hayatıma yani günlük yaşantıma yönelik, ne de blogdaki paylaşımlarım gibi değiller. İşin bir diğer kötü yanı bir çok blog yazarı gibi instagram ortamı benim blogumu da uzun bir sessizliğe , durgunluğa sürükledi. Dilerim bu ağır , kasvetli havadan, tozlarından bir an önce kurtulur blogcular ve yeniden hızlı akışlar ile yenilenir sayfalar.


Ah ah çok zaman geçti, bu zaman içinde de bir çok gelişme oldu elbette ama blog yazmanın bir eksi yönü de yazılmayan konuların bir süre sonra detay eksilmelerden kaynaklı yazılamaz hale gelmesi. O nedenle geri dönüş yapıldığında mecburen en güncel en net detaylı olan noktadan devam edilir yazılara.
Sakin , ruh yenileten , ilaç gibi gelen bir tatilden döndük ve oldukça yoğun bir çalışma  sezonu ardından , geçen yaza göre daha iyi geldi bu tatil dedi eşim de . Aynı fikirde olabilmek çok güzel çünkü ; sanırım en güzel tatil insanın kafasını dinleyebilmesi , ruhunu deşarj edebilmesi mekanın , nerede olduğunuzun pek bir önemi kalmıyor gerisinde.
Biz yine Çeşme dolaylarındaydık. Ama dediğim gibi insan sevdiği ile yan yana , el ele , düşüp sokaklara bir de rengarenk fotoğraflar çekebilme şansını elde etmişse değmeyin keyfine. Ortam rahat, kafa dingin olunca geri dönüşte daha bir netleşti kafamızdaki soru işaretleri ve " acaba? " dediklerimize cevaplar bulduk.


Tatile gittik geldik ama biliyor da olsak nasıl bir sıcak ile karşılaşacağımızı Adana'ya dönüşte " oooo bu nasıl bir sıcaktır " demekten ve kendimizi klimalı odalara atmaktan alıkoyamadık. Döndüğümüz zaman eşimin izin gününden bir kaç gün daha olacaktı ve sağ olsun daha Çeşme 'deyken plan yaptı, benim teklif dahi etmeme gerek bırakmadan " Adana'ya dönüşte o sıcakta kalmayalım, bir iki günlüğüne de olsa lütfen sizin yaylaya kaçalım." diyince ben de kabul ettim. Deniz güzelliğinden dönüp bir de yayla keyfi yapıp tatili bitirdik.
Amaaaaa burada anlatmadan geçemeyeceğim bir aksilik de yaşadık. Adana' ya döneceğimiz zaman öğlen sıcağına kalmayalım diyerek sabah 6.50 uçağına bilet almıştık uzun zaman öncesinden. Çeşme İzmir havaalanı arası biraz zaman aldığı için 6.50 uçağına yetişmek adına saat 4 servisine yetiştik ve bunun için 3 gibi uyandık. Havaalanına uçuştan önce varıp check-inn yaptıktan sonra biniş zamanımızı bekledik. Sonrasında tam uçağa biniş zamanı geldiğinde rötar olduğu duyuruldu ancak kaç dakika kaç saat olduğu belirtilmedi. Olabilir dedik, bekledik doğal olarak. Yarım saat, 1 saat, 2 saat, 3 saat, 4 saat tamı tamına 4,5 saat havaalanında doğru düzgün bir açıklama yapılmadan sandalyeler üzerinde planlarımızı işlerimizi ertelemek zorunda kalarak bekledik. Ve öğlen sıcağına kalmayalım derken tam da güneşin en tepede olduğu vakit gelebildik Adana'ya.
Her zaman aynı hava yolunu tercih ederdim ancak artık bir daha o firmayı tercih etmeyi düşünmüyoruz.
Olumsuzlukları bir kenara bırakalım ve yeniden kavuştuğumuza sevinelim değil mi =) Yeniden merhaba, yeniden hoşgeldiniz bloguma.

30 Nisan 2015 Perşembe

Donut


 Yabancı filmlerde , çizgi filmlerde sıkça gördüğümüz ve çocuk dünyamızda bir zamanlar aklımızı meşgul etmiş bazı yiyecekler vardır.  Ki bunlar eskiden bilgiye bu denli rahat ulaşılan imkanlar olmadığı için birer bilinmez olarak kalmıştır. 
Annelerimiz bile bir misafirlikte yiyip beğendikleri lezzetlerin tarifini kağıtlara yazar ve o kağıtlar birer hazine değeri taşırdı. 
Kimi zaman da eğer şanslıysanız gazetenin verdiği tarif eklerini almaya yetişebilirdiniz. Tabi o ekler de ganimetler arasındaki yerini alırdı. Misal annemin 3 - 4 adet tarif kitapçığı vardı ve bazen açıp o tariflerdeki özenli sofralara yerleştirilmiş süslü tabaklardaki yiyeceklere bakardım. Ve düşünürdüm "Annem bu yiyecekleri yapmıyor ki peki neden o zaman kitapçıklar var?" 
Ne zaman ki büyüdüm ve bir şeyler pişirebilir oldum işte o zaman kitapçıklardaki tarifleri uygulamaya başladım. 
Uzun lafın kısası çocukluğuma dair bir soru işareti olan donut konusunu da sonunda bu leziz tatlıyı pişirerek yok etmiş oldum. 
Eşim de çok beğendi hatta " Bu tatlıyı pişirerek hiç iyi bir şey yapmadın sen, çünkü bundan sonra hep isteyebilirim. "dedi.
Yani tat onayından geçmiştir , uygulayabilirsiniz =)



Malzemeler 
1 su bardağı ılık süt 
1paket instant maya 
Yarım su bardağı şeker 
3 yemek kaşığı tereyağ 
1 paket vanilya
1 adet yumurta
Bir çimdik tuz
3,5 veya 4 su bardağı un 
( un miktarı yumurta büyüklüğüne tereyağınızın türüne göre değişebilir. Bu nedenle unu azar azar eklemelisiniz.)

Üzeri için 
Çikolata (donutlar piştikten sonra benmari usulü erittim)
toz şeker - tarçın karışımı (miktarı tercihinize göre değişebilir.)
(Veya dilediğiniz herhangi bir malzeme ile süsleyebilirsiniz.)

Kızartmak için sıvıyağ



Unun 2 bardak kadarını hamuru yoğuracağımız kaba eleyip instant mayayı da ekleyip karıştırıyoruz.  Şekeri de bu toz karışıma ilave edip harmanlıyoruz. Ve bu malzemelerin ortasında bir çukur oluşturup içerisine eritilmiş ılımış tereyağ ile ılık süt döküp yoğuruyoruz. Sonrasında yumurtayı da kırıyoruz. Bu aşamadan sonra kalan unu , elinize yapışmayacak, çok sert olmayan, mayalandıktan sonra yoğurulmaya ve merdane ile açılmaya müsait bir kıvama gelene dek azar azar eleyerek ekliyoruz. Başta da belirttiğim gibi malzemelerinizin özelliklerine göre un miktarı değişebilir. 
Hamur hazır olduktan sonra hemen bir sofra bezine veya havluya sarıp hacmi iki katına çıkana dek mayalatıyoruz.
Mayalanan hamuru yoğurup toparlıyoruz. Un serpiştirdiğimiz tezgahta  1 cm kadar kalınlıkta açıyoruz. Bir kenara da tepsi büyüklüğünde yağlı kağıdı seriyoruz.  Açtığımız hamurdan varsa donut kalıbı ile, yoksa geniş ağızlı bir su bardağı ve şişe kapağı ile donutları kesiyoruz. 
Kestiğimiz donutları yağlı kağıda aralıklı şekilde diziyoruz.  Ki bu aralıklardan makas ile kesip kare kağıtlar üzerinde pişmeye hazır donutlar elde edeceğiz. Kesip hazırladığımız donutlar 15 dk kadar daha mayalanmaya bırakılır. Ardından kızgın yağda orta veya kısık ateşte ( ocak gücümüze bağlı) her iki tarafını kızartıyoruz. Bu kısımda önemli olan nokta donutları elimizle alıp yağa atmamak. Yağlı kağıtların ucundan tutarak yağa bırakmak ki sonrasında hemen yağdan kağıtlar alınabilmekte.Sıcakken şeker tarçın karışımına buluyoruz. Bir kısmını da ılıyınca benmari usulü erittiğimiz çikolataya batırıyoruz.
Ardından dilediğiniz zaman afiyetle yiyorsunuz 


6 Nisan 2015 Pazartesi

Portakal Çiçeği Karnavalı


Adana'nın en güzel zamanlarından birisidir; baharın gelişi ile portakal çiçeklerinin kokusunun etrafa yayıldığı günler. Bu zamanı konu edinerek Türkiye'nin ilk sokak karnavalının 3.sü düzenlendi bu yıl. İlk ikisine dahil olamamıştım ancak bu defa bir fırsat bulup gidebildim. 
Genel anlamda herkesin çok eğlendiğini belirttiği ve bir kaç güne dağılmış olan etkinliklerde, evet benim de yüzümü güldüren şeyler oldu.Yayınlanan fotoğraflara, yapılan yorumlara bakıldığında %85 oranında insanların memnuniyeti söz konusu. Fakat "yanlış anlaşılmazsa" ben, organizasyonun olumsuz yönlerine - onarılması, düzeltilmesi- ümidi ile dikkat çekmek istiyorum.  Belki okuyan ve bu aksaklıkları değiştirip çözüm bulabilecek birileri olur diyerek.


Belki bizim bulunduğumuz nokta nedeni ile belki hava şartları nedeni ile bilemiyorum ancak ciddi anlamda bir karışıklık vardı ortamda.
Birbirimizden habersiz annem ile kortejin farklı yerlerinde iki farklı durum yaşamışız. Şöyle ki; annemin çektiği fotoğraflarda kendisi konvoyun, kortejin başlangıç kısmında olduğu için; cidden bir düzen hazırlık yapıldığı fark ediliyor. Ancak eşim ve benim olduğum yerde insanlar sürekli şu şekildeydi " Kortej ne taraftan yürüyecek? Neden ilerleme yok? Ne zaman başlayacak?" İnsanlar yolun bir sağına bir soluna geçiyor kopuk kopuk gelen grupları yakalamaya çalışıyordu.


Karnaval konvoyunun toplanma saatinden 40- 45 dakika önce şiddetli bir bahar yağmuru başlayınca herkes sığınacak bir yer aramıştı. Buna rağmen o yağmurda yürümeye çalışan karnaval görevlileri de oldu, tebrik ederim kendilerini. Yağmur dindikten sonra insanlar yol kenarlarına geçip korteji beklemeye koyulmuştu ama dediğim gibi bir düzensizlik vardı. Aslında bundaki en büyük etkenlerden birinin insanlarımızda hastalık boyutuna ulaşan selfie çekilme çılgınlığıydı. Konvoy ilerlemek istiyor ancak kaldırımdan yola inen hatta yolu kapatan insanlar gelen her kortej grubunu durdurup selfie çekilmeye çalışınca hiç bir şey ilerleyemez oldu. Düşünün ki mehter takımı geliyor, takımdaki görevliler durduruluyor ve "Bir fotoğraf çekilebilir miyiz?" deniliyor. Bu bilinç çok yanlış. Bu konuda hem fikir olan bir çok kişiyi karnaval dönüşü yolda yürürken duydum ve hep aynı durumdan şikayetçilerdi; "Bir düzen yok, plansızlık, karışıklık." . Olması gereken kortej için güzargahların net olarak belirlenip gidecekleri yol üzerine bariyer veya şeritler koyulması ve ilerlemenin aktif şekilde sağlanmasıdır. Çektiğim fotoğraflarda olabildiğince net sonuçlar elde etmeye çalıştım ancak yukarıdaki ikinci fotoğrafın sağ ve sol kısımlarına bakarsanız mehter takımındaki görevlilerin nasıl bir insan kalabalığı ve karmaşası içerisinde ilerlemeye çalıştığını anlayabilirsiniz. Araçlar, motosikletler, gruplar ilerlemeye çalışırken;  ellerinde simit aheste aheste sanki hiç bir şey yokmuş da gezintiye çıkmış gibi yolun karşısına geçerken konvoya engel olan insanlar ... 


Belirsizlik ve karmaşanın önlenmesi adına kortejin ilerleyeceği güzergahların bir kroki veya harita yardımı ile netleştirilmesi çok faydalı olabilir. Ayrıca onca karmaşanın içerisinde bir de bakıyorsunuz ki şahsi araçlar halen geçiş bölgesinde normalmiş gibi yol alıyorlar. Açık olmaması gereken yolların trafiğe açık olması bol sinir bozucu tıkanıklıkları da yaşatıyordu. 
Rahatsız eden ve yine herkesin hemfikir olduğu konulardan birisi de şuydu. "Biz karnaval izlemeye geldik, ancak reklamları izleyip geri döndük."  Elbette reklam da yer alacak, şehre, belediyeye, etkinlikte görev alan çalışanlara gelir elde edilecek. Ancak 5 grup geçişinde bir reklam olması, her grubun reklam içermesinden çok daha hoş olabilir. Karnaval denilince akla renkli kostümleri , çeşitli dans gösterileri ve müzikleri ile grupların ilerleyeceği, çevredeki insanların da bu görsel şöleni izleyip eğleneceği, sakince fotoğraflarını çekip mutlu olacağı güzel bir ortam geliyor. Ancak çok fazla firma ve özel okulun özensiz, düzensizce yürüyüp geçtiği bir konvoy, çevreyi hayli rahatsız etti. Karnavalların yurt dışı örneklerine bakıldığında kortejin, konvoyun; her grubu kendi müziği eşliğinde ,gösterişli kostümler ile belli bir koreograf dahilinde danslarını yaptığı ve bu şekilde ilerlediği görülmekte. Ayrıca neden yalnızca özel okullar ağırlıktaydı? Yani devlet okullarımızdan da çok başarılı etkinlikler çıkarılıp dahil edilebilirdi.
Düzen, planlama, kurallara uyma, reklamı azaltma gibi konular çözüldüğünde çok daha güzel bir karnaval elde edileceği kanısındayım.
Tüm bunların dışında şehrin çeşitli yerlerinde ; okuduğum, duyduğum, öğrendiğim kadarı ile yapılan etkinlikler memnun edici düzeyde. Herkes mutlu. Tabi ki insan her yerde aynı anda bulunamıyor ben bulunduğum noktadaki eksiklikleri değerlendirdim. Zaten onlar da çözüme ulaşırsa memnuniyet oranı %95 lere yükselecektir.
Ve de bir ricamı dile getirmek istiyorum, lütfen bu şekilde, insanlara engel teşkil edebileceğiniz ortamlarda daha az selfie çekillin. Ya da en azından düzeni bozacak şekilde, akışı engelleyecek şekilde yol keserek yapmayın bunu.
Herkese mutlu haftalar.

29 Mart 2015 Pazar

Meşguliyet


Merhabalar,
Şu sıralar hayli yoğunum. blog yine ihmale uğradı, bu durumdan hiç hoşnut değilim. Ancak inşallah kısa bir zaman sonra yeni konular ve yeni fotoğraflar ile son hız yazmaya devam edeceğim. Onun dışında instagram hesabımdan paylaşımlarım daha aktif durumda. Merak edip, takipte olmak isteyenler @mekilaningezegeni yazıp, beni bulabilirler. Ya da blogda sağ navbarda görülen instagrama direkt bağlantılara tıklayabilirler.
Herkese mutlu haftalar dilerim.

14 Şubat 2015 Cumartesi

Özge"CAN"

Öfkeliyim, hem de çok !!! Adaletsizlikler, haksızlıklar, insanlığı unutuşlar, yalanlar dolanlar, eşitsizlik dolu davranışlar .... bunca berbat unsur varken hayatta, üstüne bir de suçsuz , günahsız gencecik yüreklerin canice katledilmesine artık dayanamaz haldeyim. Damla damla birikip duydukları ile nefret, hiddet dolan , her damlada çözüm bulamadıkça duvarlarına çarpan ruhum ne yapacağını şaşırmış halde. 
Küfürler yağdıralım, lanetler edelim, kınayalım, yürüyüşler yapıp protesto edelim.
 Peki ya sonra? Unutup gidelim değil mi?  
Problemin gerçek nedenlerini göremiyoruz, asıl kaynağına asit döküp çürütemiyoruz o asalak yaratığı. Öylesine körleştiriliyor ki gözler ; elindeki telefondan kaldırıp da kafasını bakamıyor dünyaya, çevirip de başını evlilik, magazin programlarından, dizilerden; acı gerçekler ile ilgilenemiyor. Daha küçük yaşta duyarsızlaştırılıyor beyinler insanlığa dair özelliklere karşı, yerine tam tersi ne kadar özellik varsa dikkatle işleniyor çocuklara çizgi filmler ile sanal alemdeki oyunlar ile. 
Hadi yavrum kitap okuyalım, resimler boyayalım, çevremize bakalım dünyayı keşfedelim denilmiyor da, kız çocuğuna olması gereken ideal görünümde bol makyajlı sadece pembe giyen oyuncak bebekler dayatılırken, erkek çocuğunun eline silahın her türlüsünün oyuncak versiyonu veriliyor. Arkadaşlığı, paylaşmayı, komşu olmayı, insanlığı öğreten "Susam Sokağı", "Adam Olacak Çocuk" programları, ders veren geleneksel hikayeler , masallar  yerine canavarlar ile savaşan, sağı solu kırıp döken, annesine babasına "sen de ne çok konuşuyorsun" gibi ilk bakışta masum gibi görünen cümleleri kullanan karakterlerin olduğu çizgi filmler izletiliyor.
Bir cenaze olunca 40 gün evinde televizyon dahi açmayan, cenaze evine her gün yemek yapıp götüren birbirine bağlı mahallelilerden, "Ayyy aşkım bugün 14 Şubat, bir cana kıyıldı, tecavüz edildi,  amaaan bize ne , hadi oleey aşkımız mutlu olsun" diyen , sinirleri alınmış tamamen ruhsuz, duyarsız bir topluma dönüşmüşüz, yani ; ölmüşüz be ölmüş !!!
Nasıl bu hale gelindi?
Üretmek, düşünmek, sorgulamak unutuldu. "Sizin yerinize onları biz yaparız, bakın hazırda yapılmışı, düşünülmüşü, sorgulanmışı var siz hiiiiç zahmet etmeyin.Siz sadece tüketin !!! " dediler. "Tamam" denildi. Sonra tüketmeye başladı insanlar ; haberlerde gerçek olan, yaşanmış acıları, haksızlıkları, cinayetleri başkasının ürettiği akıllı telefonlar ile bir parmak hareketi ile okuyup geçerek tüketti,  bir ayakkabıyı eskiyene kadar büyük kardeşten küçük kardeşe paylaşan gençlik "şu marka da olsun bu marka da olsun , 5 yetmedi 7 tane alayım" diyerek yarını düşünmeden cebindeki son kuruşu, hatta kredi kartlarının limitlerini tüketti. Borçtan harçtan başını uzatıp da bir soluk alamadı, geçim derdinden insanlık derdine bakamadı, ben kendimi kurtarayım da başkası ne yaparsa yapsın düşüncesinden çıkamadı, çıkmasına izin verilmedi. Bir yastıkta 40 yıl geçen sabır dolu evlilikler yerine "sen olmazsan başkası olur , boşanacaksan boşan" diyerek sevgileri tüketti. Bir büyüğü odaya girince ayağa kalkıp selam verenler, otobüse yaşlı biri binince kafasını çevirip istifini bozmayarak saygıyı tüketti. Mahallesindeki tüm bayanları annesi , kardeşi gibi görüp terbiyeyi, güvenliği sağlayan mahalle delikanlılarından ; köşe başına toplanıp, gelen geçene laf atıp, taciz eden ağzı salyalı yaratıklara dönüşerek insanlığı tüketti.
Peki tüm bu tüketerek , "kendi kendini yedi" tabirini gerçekleştiren insanoğlu, binlerce örnekten başka ne hatalar yaptı ve yapıyor hala?
Toplumun en küçük birimi ailedir, aile ne ise toplumdaki bireyler de odur yani. Ailede bir fidan yetiştirirken ne yanlışlar yapılıyor?
 Erkek çocuklarına "Aaa bak oğlum kimler gelmiş, aç aç hadi pipini göster" diyilip övülürken, kız çocuğu otururken dahi en ufak hata yapsa " Şşşşt kııız ört bakıyım, düzgün otur, ayıp ayıp !!! " azarlanıyor. Dakika 1 gol 1.
Kadın olmak;  ayıp olmaktır, saklamaktır, azarlanmaktır ve tüm bunlar doğalmış gibi kabul etmektir düşüncesinin tohumunu attınız. Son zamanlarda çoğunuzun rastlamış olma ihtimali yüksek bir video dolaşıyor. Bir çocuk sünnet edilmiş ancak "güzel pipisi" kesildi sanıp ağlayan, pipisine methiyelerle gözyaşı döken.
Gülüp geçiliyor evet ama arka plandaki dehşet fark edilmiyor. Çocuk daha o yaşta pipisine o kadar bağlı hale gelmiş ki sanki canı alınmışcasına acı çekiyor ağlıyor, pipin yoksa sen hiç bir şey değilsin hissi öyle yerleşmiş ki. Öğretilmiyor çocuğa ; insanlıktır mühim olan, sevgidir, saygıdır, eşit davranmaktır, adaletli olmaktır, beyindir değer verilmesi gereken organ, kalptir, bilgidir bireyi insan yapan denilmiyor. Aç pipini, çünkü senin pipin olmasından başka hiç bir özelliğin önemli ve övülmeye değer değildir !!!
Sonra pipi denile denile eriyip akıp pipiye yerleşen beyin pipice düşünmeye başlıyor.  "Yahu ben çok kıymetli bir şeyim, peki ne işe yararım? İdrar boşaltımına , haaa bir deee o işe!   E, herkes idrar boşaltabilir. O zaman marifet ne? Bol ---skor--- elde etmekte!!! O zaman canım istediğinde, istediğim yerde, istediğim kişiye ne canım isterse yaparım." İşte size bir cani ! "Aç oğlum pipini" cümlesi gibi masum bir cümleden çıktı değil mi? "Aaa ne kadar garip, olur mu canıııım." Hiç kusura bakmayın ama oluyor işte, çocuğun hangi özelliği övülürse kendini o yönde geliştirir. Beynini, yeteneklerini değil de pipisini överseniz ; kullanılmayan beyin ölür o zaman bu insan neresiyle düşünmeye başlar?


Az önce ---skor--- kelimesini kullandım. Neden?
Baba: Oğluuum, koçum benim, gel bakalım biraz laflayalım seninle. Eee manita yaptın mı okulda? Skor kaç?
Ve çocuk düşünmeye başladı : manita, skor getiriyor ise; manita bir maddedir, eşyadır, bol sayıda olabilir o zaman hiç birinin bir birey olarak tek başına değeri yoktur, biri gider biri gelir. Manita = kadın ise; kadın dediğin ŞEYin hiç bir değeri yoktur. Zaten ablamı da hep azarlıyorlardı; düzgün otur ayıp, konuşma , kapat, ört diyerek. Demek ki kadınlar ne yapsa hatalı , kusurlu.
Kız çocuğu: Baba, bugün okulda bir arkadaş bana meyve suyu ve simit verdi.
Baba: Kim o arkadaş?

Kız çocuğu: Hakan.

Baba: Ayteeeeeeen, gel al şu kızını karşımdan elimden bir kaza çıkacak, al götür terbiyesini iyi ver şunun.
Tek bir aile, aynı baba ama iki faklı davranış, iki farklı bilinçte birey yetişmesi.
"Ne yani suç yalnızca babalarda mı?" Elbette hayır.
Kadınların en büyük düşmanı üzgünüm ama yine kadınlardır. Ve en büyük dostu da yine kadınlar olabilir. Neden?
Misal , gün yemekleri oluyor bir evde toplanıyor bayanlar. Kimisi çocuğunu da getiriyor yanında. Oyun oynuyor gibi görünüyorlar ancak; aslında gözler de beyin de kayıtta. O sırada bir dedikodu dönüyor:
- Ayyy duydun mu Necla hanımın kızını nişanlısı terk etmiş, ayrılmışlar ayol.
- Aaa !!! Aman boş ver hak etmiştir o kız, mini mini etekleri giyiyordu, akşam çıkıp arkadaşları ile geziyordu, tabi onlar da arkadaşı ise !!! Zaten anlamıştım ben üniversite okuyacağım diye başka şehirlere gitmeler bilmem ne , ne yaptı kim bilir oralarda. Kimler ile fink attı.
Veeee kayıt tamam. O ortamda olan çocuk direk mesajı aldı, yerleştirdi beynine. "Hmm demek ki mini etek giyen kızlar terk edilir, akşam kızlar çıkıp arkadaş ile gezemez, üniversite okuyacağım diyerek başka şehire gidemez, eğer bunları yapar ise o kız kötüdür, pistir, tüüdür, kakadır." 
Başka bir örnek; genç kız dışarı çıkmak ister, anne "Olmaz şimdi konu komşu ne der, baban kızar çıkılmaz".  Ortam tehlikeli, hayat tehlikeli, insanlar tehlikeli. Peki kadın cinsi için bunca tehlikeyi oluşturan kimler? Erkekler. O zaman neden kız çocuklarımıza "aman çıkılmaz, aman ört, ayıp ayıp." demek yerine, erkek çocuklarımıza " Bak oğlum, bayanlara,kadınlara saygılı,ol kimseyi incitme, kendine , insan olmaya yakışmayacak yanlış davranışlarda bulunma, kalp kırma, bak senin de kardeşin , kuzenin var, ben varım, biz de kadınız ona göre davran karşındaki kişiye" demiyoruz? Sorun burada. Düzeltilmesi değiştirilmesi gereken yer olarak yine hep en kolay köşeye bakıyoruz. Zaten ezilmeye ayıplanmaya alışmış , kabullenmiş kadınlara bir yük de biz yüklüyoruz. Yükleyince de "Kadın değişsin, o dikkat etsin, o giymesin, o süslenmesin, o gülmesin, yerden başını kaldırmasın, mutlu olunca kahkaha atmasın. O bunları yaparsa davet etmiş oluyor işteeee, benim suçum yok - o istendi - " deniliyor işte.
Yazacak söyleyecek şey çok. Çok ama,  akıl mantık ne kadar açıklama yapsa da almıyor, anlamıyor. Kendi kızı olan bir baba ( bu sıfatı hak bile etmeyen bir mahluk aslında ) , başka bir babanın kızına, gözünün nuruna nasıl insanlık dışı şeyler yapıyor? Caninin babası da yardım ediyor, ailesi de cani yani. Alın işte toplumu oluşturan, ailedeki bireylerdir.
20 yaşında bir CAN, gülen bir çift göz, yarınlara umut dolu hayalleri olan güzel bir yürek vicdansızca katledildi. Şimdi bunu bilerek 14 Şubat'ınızı kutlayabilirsiniz. Sayfayı kapatıp bu olayı da unutabilirsiniz.  Ne de olsa sizin başınıza gelmedi bu olay değil mi, size dokunmayan yılan yaşasın ne önemi var ki? Duyarsızlığınıza , çocuklarınızı da aynı zihniyette yetiştirmeye devam edin !!!!

26 Ocak 2015 Pazartesi

"be yourself "

Blog yazmak, pasta ve resim yapmak, keçe ile ilgili çalışmalarla uğraşmak gibi konuların yanında fotoğraf çekmeyi de ne denli sevdiğimi bilmeyen kalmamıştır sanırım. Küçük yaştan gelen bu ilgi alanı , blog yazmaya başlayınca üzerinde daha bir çaba sarf etmeyi gerektirdi. Önceleri minik bir makine ile çekmeye başladığım pasta , aksesuar, çiçek fotoğrafları , sonrasında daha farklı konulara ve daha gelişmiş makinelere yönelme şeklinde ilerledi. 
Bu postta yayınladığım fotoğraflar ise bir arkadaşımın nişanı sırasında ;  iki arada bir derede , kıyıda köşede acele ile arkadaşımın kuzeninin modelliğinde karelediklerim. 


Farklı imajları , iddialı duruşlar ile somutlaştırmak tahmin edersiniz ki gariplikler burcu kova insanını en cezbeden konulardan olacaktır. 
Toplamda max. 15 dakika sürmüş olabilecek bu çekimde ne kadar mutlu oldum anlatamam. Aaah ah mekan kısıtlı, kostüm kısıtlı, zaman kısıtlı, imkan kısıtlı olunca yetmediiii yetmedi bana =)


Bu kısa sürede karelediğim fotoğraflar içerisinde en çok sevdiğim, yukarıdaki şanslı fotoğraf oldu =) 


Ama yine de her birinin ayrı bir yeri, ayrı bir güzelliği var bence. Daha önce de Hamilelik Fotoğraf Çekimi yapmıştım. 
Tabi çektiğim fotoğraflar, çalışmalar bunlardan ibaret değil. Daha fazlasına photos by Mekila facebook sayfamdan ve instagramda "photosbymekila" şeklinde ulaşabilirsiniz.


Herkese mutlu haftalar dilerim, 
Sevgiler.

20 Ocak 2015 Salı

Kişiye Özel Telefon Kılıfı - İsim

Veee yine bir telefon kılıfı konusu ile karşınızdayım. Yapımı, tasarım aşaması oldukça zahmetli , fakat sonuçlanınca elde edilen ürüne değer. 
Bu defaki kılıf ise düşünceli bir eşten, biricik karısına hediye olarak istendi. 
Kılıfın arka yüzünde bu güzel sevginin (maşallah) meyvesi , oğullarının ismine yer verdim.


Ön yüzde ise sağ alt köşeye "Kuzey" adından kaynaklı bir pusula eklemeyi uygun gördüm. Pusulanın yön harfleri yerine ise aile bireylerinin isimlerinin baş harflerini kulandım. Çok severek yaptığım, hem de sadece o kişiye özel , bir başka kimsede bulunmayan bir çalışma oldu. Dilerim kılıfın sahibi de çok beğenir.


Bu ürün de tamamlandığına göre; heyecan ile beklediğim, aklımda sürekli değişip şekillenmeye çalışan bir başka konuya geçebilirim. Onu da tamamladığım zaman ilk iş sizlerle paylaşmak olacak. Şimdilik sır olarak kalsın. 
Sevgileeeeer =)

2 Ocak 2015 Cuma

Kişiye Özel Telefon Kılıfı - Marilyn Monroe

     Kutlamaların yoğun yaşandığı bir süreç içerisinde olduğum için blog ile ilgilenemez oldum. Önce evlilik yıl dönümümüzü, ardından eşimin doğum gününü, sonrasında yeni yılı kutladık ve sırada benim doğum günüm var =) Yıl dönümü diyince fark ediyor insan, zaman çok çabuk geçiyor. Dün gibi gelen; düğün telaşı kuafördeki heyecanlı koşturmalar, fotoğraf çekimleri ve ilk dans anı üzerinden 1 yıl geçmiş olduğunu düşünmek bazen ürkütüyor. 18 yaşına dek geçmek bilmeyen zaman, "Bir an önce büyüsem" dedirten günler, bu yaştan sonra hızla akıp gider oluyormuş.. " Off şu sınavlar ne zaman bitecek, geçecek miyiz kalacak mıyız derslerden" derken mezun olup keplerin havaya atılması, "Ne zor işlermiş, yorucu hazırlıklarmış" diye dert yanarken üzerinden yıl geçen kına, düğün merasimleri. Aaah ah çok duygusalım şu sıralar. Dedim ya doğum günüm yaklaşıyor, kadın psikolojisi işte artık 20 li  yaşları geride bırakıyor olmak , tanrıııııııııııııım =) Aslında 30'lu yaşlar da güzel canıııııım ben sadece şu sıralar bir türlü güneşi göstermeyen kapalı havaların etkisindeyim, öyleyimdir yani, değil mi?


Zaman geçiyor evet tabi ben de keçe ile yaptığım çalışmalara da devam ediyorum. Bir yenisi daha eklendi bunlara. Aslında instagramdan takip edenler bilirler, biten çalışmaları telefondan fotoğraflayıp sizlerle paylaşmak daha çabuk oluyor ancak blog yazısına dökmek biraz gecikebiliyor. Kişiye özel telefon kılıflarında bu kez konumuz Marilyn Monroe idi. Aaah ah kendisine hayran olmayan var mıdır acaba? Filmleri de ayrı bir güzeldir. Bendeki retro hayranlığı ile birleşince Marilyn sevgisi daha da artıyor. Bu nedenle normalden çok daha fazla sevgi ile yaptım bu çalışmamı. Fotoğrafta her ne kadar kırmızı gibi çıkmış olsa da bordo olan kılıfın zemin rengi ile sarı saçları ne de güzel uyum sağlamış değil mi =)


Yalnızca Marilyn Monroe 'nin figürü yer alınca; kılıfın görüntüsünde bir boşluk, bir eksiklik oluşuyordu. Bunu da eski çizgiromanlardaki gibi bir konuşma balonu ile kılıfa bir retro commics ten kesit alınmış havası vererek tamamlamaya çalıştım. Fakat yer kısıtlı olduğu ve keçe ile kesilebilinecek harf boyutu da çok küçük boyutları mümkün kılmadığı için 2 veya 3 kelimelik Marilyn 'e özgü bir şeyler bulmalıydım. Bu nedenle ona ait meşhur cümleleri araştırdım ve sonunda yukarıdaki fotoğrafta da okuyabileceğiniz üzere "Keep smiling because life is a beautiful thing and there is so much to smile about." cümlesinde karar kıldım. Tümünün sığma mümkünatı olmadığından cümlenin kilit kelimeleri olan "keep smiling" kısmını kullandım. 


Kılıfın ön kısmını ise sade kalmasının daha uygun olacağını düşünerek hazırladım. Bu tür çalışmalarda en sevdiğim şey, hayal dünyanızda oluşturduğunuz, planladığınız konunun somut olarak emeğiniz neticesinde karşınızda duruyor olması ve beğenilmesi. 
Şu sıralar çok farklı bir şeyler üzerinde kafa yoruyorum. Umarım ihtiyacım olan malzemeleri istediğim şekilde temin eder ve en kısa zamanda sonucu sizinle paylaşırım. 
Marilyn Monroe 'den o kadar bahsedip şarkısını paylaşmadan geçmek olmaz.


Hepinize musmutlu ve sağlıklı olacağınız nice güzel yıllar dilerim.
Sevgileeeeer =)