18 Ağustos 2014 Pazartesi

Yaz Tatilim - Çeşme

Merhabalar, yine uzun süredir yeni bir şeyler yazamadım. Çok yoğunum bu aralar blog ile ilgilenemez oldum. Bazen o kadar yorgun ve isteksiz oluyorum ki "Acaba kapatsam mı blogu?" diye düşünür oluyorum. Çünkü  görüyorum sayfamı gelip ziyaret etmeye devam ediyorsunuz, teşekkür ederim. Ancak sizlere yeni bir yazı sunamadıkça , buraları bir köşeye terk edilmiş şekilde bırakmak zorunda kaldıkça da sinirleniyorum, üzülüyorum. Bir önceki yazımda da bahsetmiştim kısa yaz tatilimiz için Çeşme'ye gittiğimizden ve detaylarını sonra paylaşacağımdan. Tam 10 gün olmuş, artık bir şekilde yazmalıyım yoksa bu konu da tozlanıp rafa kaldırılacak gibi dedim ve ayrıntıya giremeyecek olsam da fotoğraflar ile kısa kısa değinmeye karar verdim. Yeterli olacağını düşünüyorum çünkü oldukça fazla fotoğraf var, sizin görecekleriniz 48 adet fotoğrafın ikili birleştirilmiş ve ne yazık ki biraz kırpılmış hali. Elimde olanlar çok daha fazla, içlerinden sizinle paylaşacaklarımı seçmek,düzenlemek gerçekten uzun zaman aldı. Aslında amacım; gitmeyi düşünenler için rehber olması adına, bir kaç bölümden oluşan bir Çeşme yazı dizisi hazırlamaktı. Olmadı.
Neyse efendim dediğim gibi zaman kısa konu uzun, hemen başlayalım .
Çeşme, renk renk sokakların, masmavi denize çıktığı sakin bir tatil yeri, huzur idi benim için. Geçmiş zaman şeklinde konuşuyorum çünkü Çeşme'yi ilk gördüğüm zamanki hali -"bence"- artık kalmamış. Evet yine renk renk, yine kendine özgü, yine berrak suları ile masmavi. Ancak insanoğlu orayı da iyice bir ticaret merkezi haline getirme yolunda ilerliyor. Kıyaslamayı ne kadarlık bir zaman dilimi için yapıyorsun derseniz, 7 - 8 yıl !!!
Çeşme ile tanışmam eşim sayesinde oldu. Daha önceleri genelde tatil için tercih ettiğimiz yer Bodrum'du. Belki yeniden Bodrum'a gitsem Çeşme'den dahi kalabalık, ticari vs durumdadır ancak, bence Bodrum'un büyüsü bir başka. Bilmiyorum belki çocukluğumdan ( 5- 6 yaşımdan ) beri uzunca bir süre, begonvilli beyaz evlerine hayran hayran bakarak gezdiğim sokaklarından, belki marinasında oturduğumuz bankta gün batımını izlerken dans eden teknelerin görüntüsü vs vs vs İnsanı bir şekilde kendisine bağlıyor, İstanbul gibi. Her ne kadar özlesem de Bodrum'u, biliyorum ki artık hayalimde kalan halinde değil oralar. Tatil diyince kesinlikle huzur, dinginlik, sakinlik olmalı benim için. Hani bir klasiktir ya herkes mutlaka söylemiş veya düşünmüştür ; "Bir karavanım olsa atlasam da gezsem" işte bunun gibi ben de hep derim ki kalabalıktan, hayat koşturmacasından uzak, gece terasta otururken gökyüzüne baktığınızda yıldızları tane tane görebileceğiniz, ışıkları ile göğü de kirletmemiş, küçük, deniz kenarı bir kasabada olmak istiyorum. Bu yazdıklarım Çeşme için kesinlikle olumsuz özellikler olarak algılanmasın. Ancak objektif olabilmek adına her yönü ile ele almak amacındayım. Şayet gündüz denize gideyim ,sıcak sorun değil sokaklarını da turlarım, akşam da kalabalık olsa bile kol kola gezerim, eğlenirim düşüncesindeyseniz, gayet uygun bir yer. Ancak benim gibi düşünen biriyseniz ve Çeşme'nin tadını daha sakin iken çıkarmak isterseniz, sezonun sonu veya başında henüz kalabalık olmadan gitmenizi tavsiye ederim.


Şimdiiiiii,  Çeşme denilince akla ilk gelen detaylardan birisi de nefis lezzeti ile ağızları sulandıran kumrusudur. Yukarıdaki fotoğrafta yapım aşamalarını görmekte olduğunuz bol malzemeli kumru eşim tarafından yapıldı. Dışarıda yiyecekleriniz bu kadar bol malzemeli ve (zira eskiden, en güzel kumru şurada, burada, orada olur dediğiniz yerler bile bir çok şube açıp kalitesinden ödün vermiş durumda)  özenli olmayabilir. Ben eş durumu jokerimi kullandım =) 


Nefis görünüyor değil mi, tadı da öyleydi, ellerine sağlık hayatım.
Çeşme demişken, renkler demişken, acar muhabiriniz Mekila olarak fotoğraf çekmeden bir an geçirmedim desem yeridir. Kimisi blog için ,sizler için;  kimisi de benim için çektiğim fotoğraflar.


İşte kendim için çektiğim fotoğraflardan iki tanesi, şu kedinin rahatlığına bakar mısınız? kavurucu sıcakta, gölge ve buz gibi bir taş bulmuş, uzanmış nefis bir öğle uykusu çekiyordu. Fotoğraflamak istedim kılını kıpırdatmadan yalnızca gözlerini açıp bu bakışları atarak tepki verdi. Sanki " Iıııııh, uykumun en tatlı yerindeyim, rahatımı bozamam " der gibiydi.


Vee Çeşme merkezdeyiz, bakmayın sokakların boş göründüğüne sabah erkenden tekne turu için çıkmıştık yola. Dükkan sahipleri, gözlerindeki çapakları almaya çalışarak daha yeni açıyorlardı kepenkleri. Akşam olduğunda aynı sokakta kaldırımlar ve yol dahi insan dolmuş oluyor, hep birlikte, tanıdık tanımadık demeden  kol kola geziyorsunuz kardeşçe. 


Tekne turu için tercihimiz de fotoğrafta yer alıyor, biz memnun kaldık. Çeşme marinaya gittiğinizde yan yana tur firmalarının teknelerini görebilir ve size uygun olanı seçebilirsiniz. Aşağıdaki ilk fotoğrafta da Çeşme'nin tekne henüz yola çıkmadan bir kaç dakika önceki görüntüsü ve ikinci fotoğraf da yola çıkışta karşılaşılan ilk manzara.


Tekneler aynı anda yola koyulduğunda böyle güzel kareler de çekebiliyorsunuz. 


Bir martı . . . Neden bilmem martılara karşı ayrı bir sempati duyarım. Belki de çocukluğumda okuduğum Martı Jonathan Livingston kitabından kaynaklıdır. Teknede uzanırken tepemizden bir an olsun ayrılmayan güzelim martıları fotoğraflamadan olmazdı, yol boyunca arkadaşlık ettiler ne de olsa.


Programdaki koylardan birine ulaşıldığında, teknenin demir atması ile denize giren insanlar. ( Bizim yer aldığımız tekne değil)


Yukarıdaki ilk fotoğraf yine Çeşme merkeze ait bir kare. Altındaki kırmızı ojeli ayaklar ise size suyun berraklığını ifade edebilmek için tur sırasında, Eşek Adası' nda çektiğim bir fotoğraf. Parmaklarım çok enteresan biliyorum ancak çok seviyorum, komikler ve canım ne kadar sıkkın da olsa ayaklarıma (özellikle sol ayak parmaklarıma) baktığımda parmaklarımın komikliği beni güldürüyor. Çevremdeki kişilere söyleyip gösterdiğimde onlar da gülüyor; gülmek gülümsetmek güzel bir şey. Siz de gülümsediniz miii =)
 Bu arada su da ne kadar berrak değil mi =)


Renkleri ile büyüleyen, her köşesini fotoğraflamak isteyeceğiniz Alaçatı sokaklarındayız şimdi de. Benim en sevdiğim yerlerinden birisidir Çeşme'nin. Ancak kalabalık olmadığı zamanları tercih ederim. Hatta ilk gördüğüm zamanlar buradaki taş evlerden birinde yaşamak isterdim, fakat artık aynı düşüncede değilim çünkü gece geç saatlere kadar oldukça kalabalık olan sokakların, gündüz sakin olduğu halinden eser kalmıyor akşamları. 


Su kabaklarını görüyor musunuz ne kadar da güzel olmuşlar öyle. 


Ahh ah hep böyle renkli ve sakin kalsa sokaklar. Şu daracık yerde bir de o masalarda yemek yiyor insanlar, iyi hoş güzel de yürürken çok garip oluyor. Akşam o kadar kalabalık ki yürürken bir ara şöyle düşündüm "Hey şu masaya yeni geldi siparişler, hemen bir tabak yemek alıp kaçabilirim, yo yo kaçamam, koşabilecek alan yok ki "


Ama olsun bana gündüzü de yeter Alaçatı' nın; renkleri, taş evleri, aksesuarları . . .


Bu gördüğünüz fotoğrafları öğlen sıcağında çektim, sırf asıl güzelliğini görebilesiniz diye.


Hediyelik eşya almak isterseniz de Alaçatı içinde bol bol bulabilirsiniz oldukça fazla dükkan var.


Camdam mini minnaaaacııık hayvanlar, kediler çok sevimli, sağ alt köşedeki salyangoz pek net çıkmamışsa da o da çok tatlıydııı.


Beyaz dekorasyon ... Benim için olmazsa olmazlardandır beyaz renk.


Bu evler de Alaçatı pazarına giderken görebileceğiniz , aslında otel olan yerler. Çeşme'ye gelmişken Alaçatı pazarını görmeden kesinlikle dönmeyin. 


Ha bir de akşam değirmenlerin altında sakızlı bir kahveyi manzaraya karşı içmeyi de unutmayın.


Çeşme marinasını hem gece hem de gündüz mutlaka gezin çünkü bol fotoğraflık manzara ile karşılaşacaksınız. 


Ne kadar da hoş değil mi?


İşte merkezin, marinanın tepeden bir görünümü. 


Bol tekneli ve rüzgar değirmenli yukarıdaki fotoğraf ise herkesçe oldukça bilinen, rüzgar sörfü yapılan Çark' a ait.


Son olarak akşamüzeri Alaçatı'nın arka sokaklarından birinden geçerken karşılaştığım bir taş ev ve Ilıca plajı. Plaj pazar günü olduğu için çok çok kalabalıktı. İşte 6 günlük tatilimizde benim gördüğüm gezdiğim yaşadığım hali ile Çeşme bu şekildeydi. Dediğim gibi sezon başı veya sonu gittiğinizde eminim ki daha rahat ve sakin bir Çeşme'de tatil yapabilirsiniz.
Herkese mutlu haftalar.

8 Ağustos 2014 Cuma

Geçmişte Yapılanlar

En son, tatil hazırlığıma dair bir şeyler karalamışım. Gitmeden önceki ve geldikten sonraki süreç oldukça yoğun ve yorucu olduğundan ancak güç bulabiliyorum oturup yazmak için. Tatili ve bayramı geçirme amacıyla eşimin ailesinin yanına , Çeşme'ye gittik. Ah şu uçağa binme korkum olmasa çok daha rahat edecektim, bu kaçıncı uçak ile seyahatim, halen ilkmiş gibi gerginlik yaşıyorum.  Her defasında fizikçi rolüm devreye girip; "yerden şu kadar yüksekteyiz, her saniyede yer çekimiyle şu kadar hız kazanılır buna uçağın hızı ,ağırlığı, bagajlar, insanlar vs vs vs eklenince aman tanrıııııım şöyle olur, böyle olur" şeklindeki felaket olasılıkları hesapları ile boğuşur halde oluyorum.  Ve "Daha az önce o şehirdeydik şimdi buradayız" modundaki beyinsel afallama durumunu da eklemeyi unutmayayım. Tam bu hallerden çıkmaya başlamışken de tatil (izin) bitince ne olduğunu anlamadan haydiiii yeniden aynı durumlar. 
İşte bu nedenlerden dolayı , bahsettiğim gücü bulup yazamama süreçleri yaşanıyor. Neyse efendim, toparlanıp kendime gelince bilgisayarı açıp bir bakayım dedim neler kalmış yayınlanması gerekenler klasöründe. Ne göreyim, birikmiş de birikmiş. Hepsine tek tek farklı yazılarda değinmeye kalkışırsam bir türlü güncel yazılara geçiş yapamayacağımdan bir araya getirdiğim fotoğraflar ile az da olsa anlatarak hatırlarını alayım diyorum. Bu arada tatil ile alakalı detayları bir başka yazıya fotoğraf bolluğu nedeni ile ertelemek durumundayım.

Bilindiği üzre Ramazan Ayı 'nı da bayramını da geride bıraktık. Oruç ile birlikte göz önüne gelip hayallerde onlarca yemek uçuşunca iftara ne yapsam diye düşünürken , bu fikirlerinden birini kapıp yapmaya koyuluyor insan. Yukarıdaki fotoğrafta görünen yamuk şekilli çiğ börek de oruç ile krize girmiş açlık halimin yalvarışları sonucu yaptığım ilk çiğ börek denemesiydi. Önceleri anne mutfağında yerken, sonrasında kendi evinizde canınız çekip de yapılma işi başınıza düşen yemekleri ilk defa denediğiniz zaman, diyorsunuz ki ; "Anne olmak, eş olmak, evinin hanımı olmak ne meşakkatli ne emek gerektiren bir durummuş" . Elbette ki sadece yemeklerin yapımı sırasında oluşmuyor böyle düşünceler, bu sadece küçük bir örneği. Sonuçta hayatı, bir yuvayı, eşi , evliliği omuzladığınız zaman başlıyor bayan olmanın gerçek zorluklarını görmek. Evlendikten sonra anneme, annelere karşı aşırı hassaslaşan bir psikolojiye geçtim. Hangi yemeği yaparsam, hele ki annemin sevdiği bir yemekse birden gözlerim doluyor, televizyonda anneler ile alakalı bir şey izlesem yine aynı ruh hali beliriyor. Çocukluğumda, annesini çok üzen biri değildim, benim için dünya varsa yoksa derslerim ve kimseyle paylaşmaya kıyamadığım oyuncaklarım ile oynadığım oyunlardan ibaretti. Ergenlikte de bağırıp çağıran hırçın davranışlar ile esip gürleyen, "ona şunu almışlar, bana neden bunu almadınız, siz beni anlamıyorsunuz " şeklindeki bol tripli gençlerden olmadım hiç. Yine kendi içimde suskun şekildeki düşüncelerimde çözmeye çalıştım her şeyi, kendimi, çevremi. Sonrasında da evlendiğim güne dek annem ile arkadaş gibiydik; sohbetler, kahveler, alışverişler vs vs.
Buna rağmen, ne zaman yalnız kalsam illa ki, annemi üzdüğüm kırdığım anlar aklıma gelir, hüzünlenirim. Kızarım kendime, neden sakin kalamamış, neden anlayamamışım derim. Hani derler ya hep "Anne olunca anlarsın" diye, henüz anne adayı dahi değilim ,ancak şimdiden anlayabiliyorum onu. Eşimi çok seviyorum, şükürler olsun ki (maşallah) mutluyum da ama işte evlilik ile gelen sorumluluklar, zamanın olgunlaştırması daha bir netleştiriyor her şeyi. İşte belki de bu yüzden daha da bir öfkeliyim çevremdeki gençlere, ergenlere, annesini kırıp üzenlere. O kadar öfkeliyim ki öyle düşüncesiz davranan birilerini görünce ; karşısına geçip, omuzlarından tutup, o kişiyi sarsmak ve ona bağırmak geliyor içimden. Aaah ah bir de böyle düşüncesizce davranan, patavatsızca konuşup kalp kıran, bol çeneyle çok bilgiliymiş gibi görünmeye çalışan, yaşı yetişkin ancak beyni ergen kalmış kişiler yok mu; onlarla hiç uğraşmaya değmiyor.Çünkü ne laftan anlayacak aklı vardır, ne de sarssan kendine gelecek bir benliği. Yapılacak tek şey susup rezilliklerini, kendilerini nasıl daha da alçalttıklarını izlemektir.


Konu nereden nerelere geldi :) Yukarıdaki fotoğrafta görünen patlıcanlar da evde patlıcan bolluğu yaşandığı sırada buzluk için hazırladıklarım. Önce kızartıyor, ardından yağlarını süzmesi için dinlendiriyor ve pişirme kağıdı serdiğim tepsiye düzenli şekilde dizip buzlukta donduruyorum. Donduktan sonra buzdolabı poşetlerine yerleştirip yeniden buzluğa atıyorum. Tepside dondurmamın nedeni, yemek için kullanacağım sırada gerekli olan adet sayısınca rahatça alabilmek. Tüm şekilde dondurulduğu zaman ne yazık ki ihtiyaçtan fazla da olsa poşetteki patlıcanların hepsini çözdürmek durumunda kalınıyor.

Ramazan geçti dedik ama hoşafsız Ramazan da olmazdı. Ben de evde bolca bulunan kuru kayısılardan içerisine lezzet ve koku katması açısından tarçın ve karanfil ekleyerek bir hoşaf pişirip sıcak sıcak da fotoğrafını çekmiştim. Sahurda veya iftar sonrasında buz gibi, hafif ve lezzetli. Hem tatlı yerine geçiyor hem de gün içinde kaybedilen suyu yerine koyabilmek açısından yardımcı da oluyor. 


Tatlı demişken 30 günlük süreç içerisinde mutlaka doyumluk, lezzetli bir tatlı da yapılmalıdır Ramazanda. Eşimin ve benim en sevdiklerimizden , revani... Tarifine daha önce blogumda yer vermiştim, dileyenler buradan edinebilirler. 
Herkese mutlu hafta sonları dilerim.